İrfan Yücel: Kenan Evren başörtüsü aleyhine karar için baskı yaptı

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu emekli üyesi İrfan Yücel,

İrfan Yücel: Kenan Evren başörtüsü aleyhine karar için baskı yaptı
Yayınlama: 08.05.2020
2
A+
A-

Son peygamber Hazreti Muhammed’in hayatını, sade ve akıcı bir dille anlattığı “Peygamberimizin Hayatı” adlı eseriyle tanınan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu emekli üyesi İrfan Yücel, Diyanet’te görev yaptığı 35 yıl boyunca vatandaşların doğru dini bilgiye ulaşabilmesi için büyük emek verdi.

Kastamonu’nun merkeze bağlı Oğul köyünde 1937 yılında dünyaya gelen Yücel, ilkokuldan sonra köyündeki caminin imam hatibi Mehmet Ali Turan’dan ders alarak Kur’an-ı Kerim’i hıfzetti.

İstanbul İmam Hatip Okulu ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünden mezun olan Yücel, daha sonra Diyanet bünyesinde muhtelif şehirlerde müftülük yaptı ve Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığında çeşitli görevlerde bulundu.

Görev süresinde “başörtüsü”, “faiz”, “rüyet-i hilal” (Ramazan hilalinin tespiti), “namaz vakitleri”, “organ ve doku nakli” gibi konulardaki tartışmalara yönelik fetva kararlarını kaleme alan Yücel, yaklaşık 40 yıldır oturduğu evinde, Ankara’da yaşamını sürdürüyor.

Arapçayı iyi, Fransızca ve Farsçayı orta derecede bilen Yücel, “Türkiye’nin Yaşayan İlim Hazineleri” haber dosyası kapsamında hayat hikayesi, ilim yolculuğu ve Diyanet’teki görevi sırasında tanık olduğu önemli olaylarla ilgili AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

SORU: “Ülkemizin zor zamanlar geçirdiği yıllarda yetiştiniz, Türkiye’nin farklı dönemlerine şahitlik ettiniz. Yaşadığınız çeşitli zorluklara rağmen ilim/bilgi yolunda yürümeye gayret ettiniz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?”

İRFAN YÜCEL: “Kastamonu’nun merkeze bağlı Oğul köyünde 22 Haziran 1937’de dünyaya geldim. Annem o köyden Şevket Yücel’in kızı Nesime Hanım. Babam Kastamonu’nun Devrekani ilçesinin Çayırcık köyünde mukim, Şakir Çavuş’un oğlu Ahmet Yücel’dir. Babamın evinde değil annemin evinde yetiştim. Şevket Yücel’in bir kızı olmuş, başka çocuğu yok. Babamı iç güveyisi almışlar. Şevket Yücel medrese mezunu. O dönemde Kastamonu’da muhtevalı iyi bir medrese varmış. Bu medresenin hocaları arasında devrin Şeyhülislam vekili olan Düzceli Muhammed Zahid Kevseri gibi alimler var. Dolayısıyla dedem iyi bir medrese tahsili almış. Çocukluk yıllarımdan itibaren de bana rehberlik etti, dersler verdi.”

 “Arap harflerinin okullara girmesi istenmiyordu”

SORU: “İstanbul İmam Hatip Okulundaki eğitim sürecinizi anlatabilir misiniz?”

İRFAN YÜCEL: “İstanbul İmam Hatip Okulu o yıllarda şimdiki fakülteler seviyesindeydi. Çünkü oradan buradan derme çatma bir araya getirilmiş hocalar ama hepsi eski İslami kültürü almış, medreseyi bitirmiş, hatta müderris olmuş kişilerdi. İmam Hatip Okulunun ilk banisi Celal Hoca diye meşhur birisidir, Celalettin Ökten. O müdür değildi artık. Benim vardığım yıl müdürlükten almışlardı onu. Fakat yine orada öğretmendi. Mesela Hasan Basri Çantay var, meşhur alimlerden. Mehmet Akif Ersoy’un talebesi, arkadaşıdır aynı zamanda. Hasan Basri Çantay, Ömer Nasuhi Bilmen, Eminönü Müftüsü Bekir Haki derse gelirdi.

Celal Hoca imam hatip okullarının açılmasına vesile olan biridir. Maarif Vekili Tevfik İleri açmıştır, Demokrat Partinin ileri gelen kişilerinden birisi. Tevfik İleri, onun talebesi. Dolayısıyla Tevfik İleri üzerinde bir nüfuzu var Celal Hoca’nın. Fakat o yıllarda Kur’an-ı Kerim dersi, mesleki dersler Arapça, siyer, tefsir, hadis dersleri var. Milli Eğitim Bakanlığı istiyor ki ‘Arap harfleri okullara girmesin, yeni harflerle yazılsın her şey’. Yani Kur’an yeni yazıyla (Latin harfleriyle) yazılsın ve okunsun istiyorlar. Celal Hoca bunu anlatmaya gayret ediyor. Bunun mümkün olmadığını, yeni harflerin eski harfleri tamamen karşılamadığını, Arapçanın yeni harflerle okunulmasının hiç mümkün olmadığını anlatmaya çalışıyor fakat ısrar ediliyor. Çağırmışlar Hoca’yı Talim Terbiye Kurulu’nda program yapıyorlar. Hoca bir türlü lafını dinletemiyor. Herkes bir şey söylüyor.

Ondan sonra Tevfik İleri’ye giderek görüşüyor. ‘Bunlar, bunları ısrar ediyorlar. Oğlum bu böyle olmaz.’ diyor. Tevfik İleri diyor ki ‘Hocam yarın sizin toplantınıza geleceğim. Orada bu meseleyi hallederiz. Sen müsterih ol.’ diyor. Ertesi gün yine aynı konuda müzakere başlıyor, konuşuyorlar. Derken Vekil de gelmiş oturmuş koltuğa, nezaret ediyor ve başkanlık yapıyor toplantıya. Herkes yine kanundur, nizamdır, inkılaptır, devrimdir falan aynı şeyleri tekrarlıyorlar. Rahmetli hocamız derdi ki ‘Tevfik İleri doğruldu, kalktı. Elini masaya şöyle dayadı. ‘Kur’an-ı Kerim ve Arapça dersleri kendi asli harfleriyle olacaktır.’ dedi ve oturdu. Ondan sonra da münakaşa bitti’ diye anlatmıştı. İmam hatip okulunu bitirdik. Ondan sonra Yüksek İslam Enstitüsü açıldı, oraya girdik. Yüksek İslam Enstitüsü açılınca imam hatip okulundaki hocalarımızın bir kısmı Enstitü’ye hoca yapıldı.”

“Kenan Evren başörtüsü aleyhine karar çıkarmak için Din İşleri Yüksek Kuruluna çok baskı yaptı”

SORU: “Din İşleri Yüksek Kurulu’ndaki görev sürecinizi anlatabilir misiniz?”

İRFAN YÜCEL: “Kurulda olduğum dönemlerdeki karşılaştığımız en önemli şeylerden biri, meşhur bir başörtüsü kararı vardır. O yıllarda 1980 ihtilalinden sonra bu bir baskı unsuru olarak kullanıldı. Başkanlıkta o kurul kararını ben kaleme aldım. Kurul’dan, ‘Başörtüsünün İslami bir emir olduğu… Bu iman işi değil ama dinin emridir. Bunun dışında Müslüman başka türlü yapmamalıdır ama yapanlar dinden falan çıkmazlar. Din hürriyeti varsa, bu konuda baskı yapılması da insan haklarına aykırıdır.’ kararı çıkarıldı. O zaman daha Kurul dağılmamıştı. Arkadaşlarımızın bir kısmı vardı, onlar da imzalamış oldular. O karar bize büyük bir itibar sağladı halk üzerinde ama Milli Güvenlik Kurulu tabii bundan hoşnut olmadı. Hatta o zaman reis, Tayyar Altıkulaç’tı. Tayyar Altıkulaç’a da baskılar yapıldı. Tayyar Altıkulaç’a ‘Bu kararı değiştirt, Kurul’dan başka bir karar falan al’ diye telkinlerde bulunuldu. O dedi ki ‘Kurul beni dinlemiyor’. Sanki değişmesini istiyormuş da; tabii öyle değil aslında. ‘O zaman ne yapalım buna? İlahiyat fakültelerinde bir çözüm bulmak lazım. İlahiyat fakültelerinden, fıkıh profesörlerinden bir kurul teşkil edip bu konuda onlardan bir mütalaa isteyelim.’ denildi.

Kenan Evren başörtüsü aleyhine karar çıkarmak için Din İşleri Yüksek Kuruluna çok baskı yaptı. Kenan Paşa soruyor, ‘Ne olur o mütalaa?’. Tayyar Altıkulaç, ‘Vallahi bundan farklı bir şey olmaz. Onlar da bunu söyler’ demiş. Kenan Evren ‘O zaman yapmayalım. Madem ki aynı şekilde karar verilecek. Bu daha çok perçinler.’ demiş, ondan vazgeçmişler. Başörtüsü kararının değiştirilmesi konusunda baskılar yapıldı. Son yıllara kadar yapıldı durdu. Hatta Mehmet Nuri Yılmaz döneminde bile yapıldı. Aynı şekilde onun döneminde ayrıca Din İşleri Yüksek Kurulu yeniden karar aldı. Öbürü biraz kısaydı, bu biraz daha da uzatıldı. Deliller de serdedilerek karar alındı.”

“İslam dünyasındaki ortak inanç ehlisünnettir”

SORU: “Endülüs İslam Medeniyeti’nden başlayarak Zeytune, Karaviyyin, el-Ezher, Bağdat, Nizamülmülk ve Osmanlı İstanbul Medreseleri gibi İslam medeniyetinin kurucu merkezleri var. Bu merkezlerin din anlayışındaki temel zemin ve ortak noktalar nelerdir?”

İRFAN YÜCEL: “Bütün bunlar İslam ahlakının, İslam kültürünün, birikiminin meydana getirdiği bir anlayıştı. O anlayış içerisinde, o günkü hocaların fedakarane çalışmaları ve bir İslami umumi kültür vardı. Herkes asgari bir İslami bilgiye sahipti o günkü toplumda. İslami bir yaşayış içerisindeydi. İslam dünyasındaki inanç ehlisünnet inancıdır, ortak inanç budur. Ehlisünnetin ortaya koyduğu prensipler var. Bu prensiplere halk oldukça bağlıydı. Sanıldığı gibi okur yazar oranı pek fazla düşük değildi o dönemde. Yine halkın büyük kısmı belli bir kültür seviyesindeydi. Ortak bir anlayış vardı, bu devam ediyordu.”

SORU: “İslam dünyasında özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde ortaya çıkan tek doğrucu ve tekfirci zararlı akımlar diğer İslam ülkelerinde hızla yayılmışken, Türkiye’de kitleselleşemedi. Diğer Müslüman ülkelerin çoğunda yaygınlaşan bu akımların Türkiye’de o çapta yaygınlaşamamasını neye bağlıyorsunuz?”

İRFAN YÜCEL: “Türkiye’de sağlam bir altyapı vardı. Osmanlı’nın son dönemlerinde, çöküş dönemlerinde bile bir İslami kültür seviyesi vardı. Mesela Meşrutiyet yıllarında yazılmış olan kitaplar seviyesinde bugün hala daha üniversitelerde doktora yapılamıyor. O dönemdeki mesela İzmirli İsmail Hakkı’nın, hatta Halk Partisinin 1950’deki son başvekili Şemsettin Günaltay’ın yazdığı kitaplar seviyesinde bugün kitap yok. Köylerde bile medreseler vardı. Halk dindar olduğu için buralarda çocuklar okuyorlardı, dini kültür vardı. Dolayısıyla bu tür olaylara halk itibar etmedi.”

“İnsanları tekfir etmek İslam’a aykırıdır”

SORU: “Osmanlı’nın çöküşü ve İslam dünyasının merkezini kaybedişiyle birlikte coğrafyamızın farklı bölgelerinde emperyalizme karşı direniş, bağımsızlık mücadeleleri, işgale karşı hareketler gelişti. Bugün ise birçok yerde başı sonu hesap edilmemiş sözde cihat fetvalarıyla Müslümanları kaosa, teröre ve şiddet sarmalına sürükleyen DEAŞ benzeri terör akımları ve bölücü guruplar var. Siz bu ve tahrip edici yapıları nasıl değerlendiriyorsunuz?”

İRFAN YÜCEL: “Tekfir hareketi dediniz. Mesela İslam’da tekfir öyle kolay bir şey değildir. İnsanları dinin dışında kabul etmek yahut dinden çıktığını iddia etmek İslam’da olmayan bir şeydir, İslam’a da aykırıdır. Bir insanın hallerinden dini konusunda şüpheye düşülse, bu adamın hareketleri izlense, bu hareketlerinden 99 hareketinin ‘kafir’ olduğu intibası meydana gelse, bir hareketinden de ‘Hayır, kafir değil. Bu ancak Müslüman’a yakışan bir harekettir. Bir hareketi de Müslüman olduğunu gösterse, Müslüman olduğu hareketi önemlidir. O adam tekfir edilmez, ‘bu adam kafirdir’ denilemez. Bu İslam’da bir kaidedir. Bir insan ‘şu veya bunu yaptı’ diye tekfir edilmez. Tekfir etmek, yani Müslüman’ı küfre nispet etmek, ‘bu adam kafirdir’ demek İslam dışı bir şeydir, dine uymayan bir eylemdir. Dolayısıyla tekfir hareketini Müslümanlar benimsemezler.

Türkiye’de sağlam bir altyapı var. Selçuklular ve Osmanlılarda medreseler yaygın olduğu için sağlıklı din öğrenme kanalları açık. Dolayısıyla halk, asgari müştereklerde dinin hükümlerine uygun hareket ediyor, dini anlayışı muhafaza ediyor. Diğer İslam ülkelerinde bu gelenek Türkiye kadar sağlam değil. Üstelik Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı var. İslam ülkelerinin çoğunda Diyanet İşleri Başkanlığı gibi yaygın bir teşkilat yok. Bugün Türkiye’de bütün camilerin imamı var. Her camide Diyanet İşleri Başkanlığının kendilerine verdiği programa göre hutbe okunuyor, vaaz ediliyor, nasihatte bulunuluyor. Kur’an kursları, imam hatip okulları var. Dolayısıyla İslam ülkelerinin hiçbirisinde bu şekilde yaygın bir din eğitimi yok. Bu şekilde yaygın olarak yok. Bazı sivri, bir konuda uzmanlaşmış şeyler olabilir ama bu yaygınlıkta bütün halka hitap edecek bir müessese yok. Dolayısıyla İslam ülkeleri içerisinde Türkiye’nin müstesna bir yer var, bunun göz ardı edilmemesi gerekiyor. İslam’da terör yok. Bir adamı dini anlayıştan dolayı cezalandırmak yok. Kur’an-ı Kerim’de, ‘Dinde baskı yok’ diyor. Dolayısıyla bir insanın dini anlayışı sorgulanamaz. O, Allah ile kendisi arasında olan bir şeydir. Toplum düzenini bozucu bir faaliyeti varsa, bir suç işlemişse o fiili cezalandırılır. Yoksa dini anlayışı sebebiyle insan cezalandırılmaz.”

“FETÖ insanları aldattı, dindar göründü”

SORU: “15 Temmuz darbe girişimiyle ülkemize ve milletimize yönelik hain niyetleri tamamıyla ortaya çıkan FETÖ’ye bakışınız nedir? Bu örgütün toplumumuza ve inanç dünyamıza verdiği zararlar nelerdir?”

İRFAN YÜCEL: “FETÖ insanları aldattı, dindar göründü. Vaaz ediyor adam, vaaz ederken ağlıyor vesaire böyle görünüyor. Hiç mal mülk edinmiyor. Fedakar, Allah rızası için çalışan bir görünüm sergiliyor. Sonra kendi çevresinde olanlarla iş birliği yaparak bir kadro kurdu. Bu kadrodakilere menfaatler sağladı. Bunlar menfaatleri sebebiyle ona yardımcı, maddi destek oldular. Fakat bir taraftan ona destek sağlarken sağladıkları desteğin kat kat fazlasını toplumdan topladılar. Dolayısıyla bu şekilde bir teşkilatlanmaya gittiler, insanları kandırdı. Tabii herkes şüphesiz kanmadı. Çoğu insanlar onun samimi olmadığını da biliyorlardı. Öyle inananlar da vardı ama bir kadro oluşturdu adam. Tabii bunu sırf kendisi de yapmadı. Ona dışarıdan destek oldular. Onun tek başına yapabileceği bir şey değildi. Bunu dış ülkeler yani Türkiye’ye düşman olan ülkeler ona bu planı, aklı sağladılar. Sonra onu sadece kullandılar. Tamamen bu projeyi dış güçler temin ettiler, dolayısıyla bu hale geldi. Neticede de inşallah zevale doğru gideceklerini ümit ediyoruz.”

SORU: “FETÖ’nün ülkemizi ve milletimizi hedef alan darbe girişiminden ne tür dersler çıkarılmalı ve böyle durumların yaşanmaması için sizce neler yapılmalı?”

İRFAN YÜCEL: “Dinin özünü iyi kavramak lazım. Dinin özü kavranırsa, Resulullah’tan başka bizim için örnek birisi kabul edilmezse, bu tür yapılar hayat bulamaz. Yani dünyada herkes hata edebilir, hiç kimse hatasız değildir, hiç kimse doğrudan doğruya Allah’tan talimat almaz. İslam’ın öz inancı benimsenip kavranırsa bu şeylere hiç kimse inanmaz.”

“İslam dünyasındaki en büyük tehlike, tefrikadır”

SORU: “Bugün İslam dünyasının en önemli problemi olarak neyi görüyorsunuz? Türkiye ve dünyadaki Müslüman gençlere, ailelere ve toplumlara tavsiyeleriniz neler?”

İRFAN YÜCEL: “İslam dünyasındaki en büyük tehlike, tefrikadır. Müslümanlar bugün parça parçalar. Türkiye’de de bu parçalanma var. Türkiye’de de birtakım cemaatleşmeler var. Hizmet için birtakım cemaatlerin oluşması normaldir. Bir şeyin gerçekleşmesi için 3-5 kişi bir araya gelir, sonra daha büyürler ama bunlar birbirlerine karşı hasım da değildir. Onlar şu konuda hizmet ederler, bir başka grup, cemaat de bir başka konuda hizmette yürür. Birbirlerine rakip değildirler. Bu şekilde olursa buna diyeceğimiz yok ama bunlar birbirlerine karşı hasım durumuna geçiyorlar, tefrika meydana getiriyorlar. Herkes ‘Bizim cemaatimiz, şeyhimiz, liderimiz en iyisidir’ iddiasında öne geçiyor. Böyle olursa bu tehlikeli oluyor. Bu faydalı olmuyor, bölünmelere yol açıyor. Bu tefrika ise Müslümanlık ve İslam için en büyük felakettir.”

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.