Yaşlılık hayatın sonu değil!

Pedagog Sibel BOZKURT

Yaşlılık hayatın sonu değil!
Yayınlama: 13.01.2021
Düzenleme: 16.01.2021 15:28
1
A+
A-

PEDAGOG SİBEL BOZKURT

Çok şey görecelidir; nasıl görür, algılar, kabul edersen.Yaşlılık da bu algılardan birisidir. Yaşlılık denince akla ilk gelen hayatın sonu gibi düşünülür.Gerçekte ise vücut yorulsa bile ruh hep genç kalır.

Aslında etrafımızdaki insanların söylemleri/yaklaşımları da yaşlanmayı hızlandırır.Yani ön yargının bu söylemde ifade edilmesi yaşlı insanları da üzer, pek çoğunda artık hiç işe yaramayacakları hissine kapılmalarına neden olabilir.Halbuki bazı veya ünlü isimlere baktığımızda belli bir yaşın üstünde olsalar bile üreten, toplumu etkileyen durumundadırlar; ekonomi, kültür, yönetim, düşünce alanında. Yakınlarda vefat eden A.Vefik Alp gibi. A.Vefik’e “Çağımızın Mimar Sinan’ı” bakışı tam tespittir; yurdumuzda ve pek çok ülkede onun mimari projeleri benzersizdir. Toplumu yönlendirme, kültür, sanat yönünden sayısız isimleri saymak olasıdır. Öyleyse bu tip söylemlerden kaçınılmalıdır.Yaşlı insanların da bu bağlamda toplumda yerini almaya devam et/tiril/mesi edilmesi, onların ruh ve beden sağlığı açısından da çok önemlidir.Genç ve gelecek kuşakların onların tecrübelerinden yararlanması, onlara ışık tutmaları da son derece önemilidir. Onların bizleri yaşam boyu takip etmeleri, üstümüze titremeleri unutulmamalıdır. Tarım toplumunda daha çok, özellikle de Türk toplumunda belli bir yaşa gelmiş büyükanne, babalar, adeta torunları için yaşar; koşturur, bir şeyler edinir… Tarım toplumunda yaşlılık yoktur desek abartmış olmayız. Yaşı, durumu ne olursa olsun -gençlikten yaşlılığa- tüm insanlar bir işe yarar, fonksiyoneldir. Sanayi toplumunda bireyselleşme hızlanmış, büyük aile/aile yok oluşa gitmektedir. Japon veya biz Türklerde durum çok vahim olmasa da, yine ileri yaştaki büyüklere bakış/ilgi gerektiği gibi olmayabilir, bu husus yönetenleri ve tüm toplumu tedbire yöneltmelidir. Her türlü fedakârlıktan kaçınmayan anne ve babamızın yaşlandığında da onları unutmak/ilgi azlığı, onları huzurevlerine göndermek son derece sıkıntılı bir durum değil midir? Bir de onları ziyaret etmemek veya aramamak bu acıyı daha da büyütür.Ülkemizde de son zamanlarda bilhassa yüksek öğrenim gören çocukların ailelerini huzurevlerine yollamaları normal sayılmaya başlamışsa üzerinde düşünmek gerekir. Doğaldır; çoğunda, hayat şartlarının ağırlaşması, bu çocukların anne ve babalarına vakit ayıramamalarına neden olmuştur. İnsanımıza/insanlığa öğüt gibi: Ne kadar zor şartlarda olsak da anne ve babamızı ihmal etmemiz gerekir.Onları sık sık aramak gerektiği gibi ilgilenmek bir gönül işi olmalıdır; bu ilgilenme birer yük değil, görev, hatta şükür olarak algılanmalıdır.Denilir ya, “Yaşasaydı da…” O halde, onlar hayattayken sorumlu davranmalı, eğer başka çare yoksa en azından onlara huzurevinde mutlu bir yaşam sunmak hem bize hem de devlete düşen sorumluluktur. Yani huzurevinde önemli olan her yaşlıya fiziksel ve ruhsal durumu çerçevesinde alternatifler sunmaktır; çünkü zihin hep meşgul olmak ister, yoksa ölüme doğru gider. Örneğin ince motor becerilerini aktif tutacak etkinlikler düzenlenebilir.En alt seviyede düşünülse bile, boyama, resim çalışmaları, boncuk dizme gibi etkinliklerini onlardan esirgememek gerekir. Ayrıca sinemaya, tiyatroya gitmek, seyahat etmek gibi etkinlikler yaşlıların hayattan kopmamaları için çok önemlidir. Böylelikle yaşlılar kendini işe yaramaz/ yalnız hissetmez.Belki, daha önce değişik nedenlerden gerçeklestiremediği bu tip etkinlikler, öğretiye ulaşarak kendini geliştirmesini de sağlar. Böylelikle topluma uyumu da kolaylaştırarak, yeniden hayata bağlanmasına da vesile olur. Unutmayalım ki hepimiz bir gün yaşlanmaya adayız. Bu duyguyla onlardan sevgimizi ve ilgimizi esirgememiz yaşlıları çok mutlu edecektir.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.